Güven Sak, Dr.01 Eylül 2021 - 

2021 yılında Almanya’nın büyümesinin yüzde 0,5’i tek bir şirketten, Biontech’ten kaynaklanacakmış. Biontech Almanya’da kurulu bir biyoteknoloji şirketi. COVID-19’a karşı etkili bir aşıyı üstelik yeni bir yöntemle ilk geliştiren şirket.

Biontech’in kurucuları Türk. Türklerde belirgin bir gariplik olmadığının, hadisenin doğrudan yatırım iklimi ve sanayi politikası destekleri ile alakalı olduğunun da kanıtı aslında ortadaki sonuç. Doğru, “Kader gayrete aşıktır” derler ama o gayreti hangi ortamda gösterdiğiniz de önemli sonuçta. Neden?

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen “Yeşil Mutabakat AB’nin büyüme ve istihdamı artırma gündemidir” dediğinde Aralık 2019’daydık. Ama daha 2018 yılında Berlin’de Küresel Biyoekonomi Forumu’nda Almanya’nın Federal Araştırma Bakanı Anja Karliczek “Ürün odaklı çalışmak üzere biyoekonomiye ayrılan kamu kaynaklarının daha da artırılacağını” açıklıyordu. Demek ki hiçbir şey nedensiz değil. Biontech’in mRNA aşısını Almanya’da geliştirmiş olmasının bir nedeni var. Ortam müsait.

Bu arada, 2020 Forumu’nda Sanayinin Biyolojizasyonu (Biologization of industry) sanki daha bir revaçtaydı. Ne demek?  Şirketin sonunda karbon ayak izi daha küçük bir ürün geliştirmesini sağlayacak kamu desteklerini içeren sanayi politikası tasarımı. Ne demek? Sektörel değil, bölgesel hiç değil, yalnızca teknoloji odaklı da değil, yeni teknolojilere dayalı olarak bir ürün geliştirecek ve işe yarayacak bu ürünü ticarileştirebilecek şirketlerin desteklenmesi. AB’nin Horizon 2021 projelerine de artık benzer bir biçimde bakmak gerekiyor. Yanında şirket olmadan, üniversitelerde araştırma yapmak değil amaç. Amaç ticarileştirme  .

Doğrusu ben, bu örneğin, sanayi politikasının nasıl tasarlanacağı meselesine ışık tuttuğunu ve daha iyi incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Merak edenler Çin’in “Made in China 2035” planına da yakından bakabilirler aslında. Aklın yolu bir sonuçta.

Şoka ne kadar hazırlıksız yakalanırsak, firmalarımıza, çalışanlara, hepimize etkisi o kadar şiddetli olur

Geçen hafta, “yeşil mutabakat, 1974 petrol krizinde olduğu gibi, stagflasyona yol açar mı?” diye sormuştum. Sonuçta aynı o yıllarda olduğu gibi sistemde hidrokarbon fiyatlarını yükselterek, arz yönlü bir şok yaratmak hedefleniyor. Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ya da karbon vergisi denilen petrol/kömür fiyatlarını pahalılaştırmak ve insanları bu kaynaklardan uzaklaştırmak aslında.

Neden? İnsani aktivitenin gezegenimize olan uzun dönemli maliyetini azaltmak için.  Hadisenin 1974 gibi olmamasını sağlayacak olan, kapsamlı bir geçiş dönemi planı ortaya koymak ve bir an önce işe başlayıp geçişe toplum olarak hazırlıklı olmak. Yoksa gayret etmeden son dakikaya kadar beklerseniz, arz yönlü şokun etkisini daha ciddi bir biçimde hissedebilirsiniz. İşte bugünün konusu bu esasen.

Aralık 2020’den beri altını çizdiğim, “Paris İklim Anlaşmasını Onayla” meselesi aslında bir an önce hazırlıklara başlamak içindi. O vakit daha, AB’nin 55’e Uyum paketi yoktu, gündem daha somutlaşmamıştı. Daha Sınırda Karbon Vergisi (SKV) düzenlemesi şekillenmemişti. Türkiye, bu konu her açıldığında “Bizi önce bir Ek1 listesinden çıkarın” demeyip, hadisenin içeriğine odaklanmış olsaydı, bugün daha hazırlıklı olurduk.

İklim değişikliği konusunda aklımızda bir çerçeve olsaydı, dersimize çalışmış olurduk. Mesela “ben kömürle elektrik üretilen termik santrallerden ömrünü tamamlayan şu kadarını kapatıyorum 2030’da” demeden, ortaya somut bir hedef koymadan, olası elektrik ihtiyacını hangi kaynaklardan sağlayacağınızı, bunun için ne tür yatırımlara ihtiyacınız olduğunu, bu yatırımların nasıl finanse edilebileceğini düşünmeye başlayamazsınız. Önce ilk adımı atmak, niyet etmek gerekir. Paris anlaşması o niyet beyanı işte.

Hâlbuki hadisenin kendisini düşünmeye başlamış olursanız, bu konu her açıldığında, “bizi önce ek1 listesinden çıkarın” demek yerine, bu değişimi Türkiye gibi bir ülkede gerçekleştirebilmek için 2018’de bize önerdiğiniz 3 Milyar Euro yetmez, yalnızca enerji geçişi için bizim yedi yılda 13 Milyar Euro’ya ihtiyacımız var, şu, şu ve de şu nedenlerle” diye izah edebilirsiniz. Herhangi bir strateji ya da bütçe oluşturabilmek için önce hangi tarihte ne yapacağınızı düşünmeye başlamanız lazım. Olmayacak olanı söyleyeyim: Sanki hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi beklemek, yalnızca memleketin yiyeceği şoku büyütür. Memleket dediysem, bizim şirketler, bizler, hepimiz. Kapsamlı bir programı, zamana yayarak uygulama imkânı ortadan kalkar hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi beklerseniz.

Bunu aynı biçimde teknolojik hazırlık içinde düşünebilirsiniz. Türkiye’de elektrikli vasıta (EV)’lara 2035’te mi geçileceğini bir an önce belirlemezseniz, teknoloji alanında çalışan, diyelim pil konusunda çalışabilecek ya da şarj istasyonları yapabilecek firmalarınıza bir ufuk çizmemiş, yollarınızı ve şehirlerinizi gelecek EV’lere hazırlamamış olursunuz, firmalarınızı ne açıdan, ne kadar desteklemek gerektiği konusunda düşünemezsiniz. Küresel açıdan geçerli bir yeni ürün geliştirebilmeleri için onlara imkân sağlamamış olursunuz.

Sanayi politikanız yoksa ya da belli bir noktaya odaklanamıyorsa, politikayı uygulamaya aktaracak, akıllı bir mekanizma kuramadıysanız, plan havada kalır, olsa olsa yöntemi ile yerli ya da yabancı firmalar yatırıma yönelmez. Alım garantisi isterler bir de üzerine. Hadise aynı köprüler, yollar, hastaneler gibi oluverir.

Benzer bir biçimde bugün Avrupa’nın otomotiv değer zincirlerinin parçası olan firmalarınıza da yol göstermemiş olursunuz. Konu ilgili ihracatımız şimdi içten yanmalı motor takılmış otomobillerle ilgili, halbuki AB 2035’te EV’ye geçişi tartışıyor. Bugünkü ihracatın seyri değil, yarın bu işin sürdürülebilirliği de önemli sonuçta. Yaklaşık 200.000 kişinin çalıştığı bir sektörle ilgili ne yapacağınızı son dakikaya bırakmak olmaz.

Şimdi AB’nin SKV uygulaması ile birlikte 2026’dan itibaren hangi sektörlerin nasıl etkileneceğine dair bir fikrimiz var. 2020’de çalışmaya başlamış olsaydık, intibaka hazırlanmaya daha çok zamanımız olacaktı. Aynı düzenlemeyle, Avrupa ETS’sine karayolu taşımacılığı ve havayolu taşımacılığı da eklendi. Çimento, demir çelik, alüminyum, elektrik ve gübrenin yanında şimdi bunlar da olacak. Türkiye’nin kendi ETS’sini ne zaman kuracağı, bu düzenlemenin AB ile uyumu konusunda ne yapılacağı, hep bir an önce verilmesi gereken kararlar. Malum eğer kendi ETS’mizi kuramayacaksak, SKV uygulamasında burada ödenen tutar mahsup edilemeyecek, parayı AB toplayacak, Türkiye değil. Bu kötü. Ama ne yapacağınızı bir an öne açıklamayıp beklemek de kötü. Kara yolu taşımacılığı pahalılaşacak mı? Ya uçak yolculuğu? Hep aynı konu. Şoka ne kadar hazırlıksız yakalanırsanız etkisi o kadar şiddetli olacak. Çabuk demem ondan.

Türkiye karbonsuzlaşmadan, Avrupa karbonsuzlaşamaz

Şimdi ne yapmak lazım? Daha fazla beklemeden artık adım atmaya başlamak lazım. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki Gümrük Birliği düzenlemesi Yeşil Mutabakat gündemi sonrasında iyice işlevini yitirdi. Bundan evvel, gümrük birliğinin modernizasyonu konusunda yapılan hazırlıklar da aynı durumda doğrusu.

Şimdi ortada bir ikiz dönüşüm gündemi var: Yeşil ve dijital dönüşüm. Bir yandan, ne üretiyorsak orada karbon ayak izini küçültecek adımlar atmak gerekiyor. Öte yanda ise, ticaret artık dijital bir omurga üzerinden yapılıyor.

Gümrük Birliği düzenlemesi Türkiye’yi uzun süre Uzak Doğu rekabetinden koruyarak, Türkiye’ye vakit kazandırdı, memleketin bir sanayi ülkesine dönüşmesine katkı sağladı. Ama bugün Yeşil Mutabakat Türkiye gündemini ayrıntılı olarak tanımlamak gerekiyor. Artık Gümrük Birliği Modernizasyonu’nun yeni bir manası var: Türkiye karbonsuzlaşmadan, Avrupa karbonsuzlaşamaz.

Burada gümrük birliği düzenlemesi yerine, Türkiye-AB ekonomik işbirliğini bir Serbest Ticaret Anlaşması (STA)’ya çevirme konusuna gelince. Öncelikle Türkiye’nin Avrupa değer zincirlerinin ayrılmaz bir parçası olmasını sağlayan gümrük birliği düzenlemesiydi. Bunun yerini STA alırsa benzer bir etkiyi beklememek gerekir. İkinci olarak ise, ancak gümrük birliği gibi kapsamlı bir düzenleme ile birlikte, iklim değişikliği konusunda, AB’nin Türkiye üzerinde daha dönüştürücü bir etki yaratabilmesi mümkün olabilir.

Dün yaptığımız etki analizlerini şimdi bu yeni meseleyi merkeze oturtarak yenilemek gerekiyor. Dün hadise yalnızca ekonomik olarak iki tarafında elde edeceği faydaydı. Şimdi o analizlerin içine bu karşılıklı faydanın gezegenimize maliyetini de eklemek gerekiyor. Bu çerçevede, Türkiye’nin karbonsuzlaşmasının Avrupa’nın karbonsuzlaşmasına katkısını rakamsallaştırmakta yarar var.

Yapılacaklar ortada. Önce Türkiye’nin 2015’te ilk imzacılarından olduğu Paris İklim Anlaşmasını onaylanacak. Sonra somut ve iddialı hedeflere sahip bir yeni niyet belgesi göreceğiz, mevcut çakma niyet belgesini bırakacağız. Sonra sanayi politikasından enerji politikasına, eğitimden tarım politikasına hedeflerimizi görür hale geleceğiz ve intibak planlarını yapacağız. Sallanmayı bir an önce bırakacağız. Adım atacağız.

Ama galiba en başta artık imhadan ihyaya geçtiğimizi idrak etmemiz gerekecek. 1949’dan beri en derin küresel yeniden yapılanmayı ıskalamamak için yıkımdan yapıma geçtiğimizin farkına varacağız.

 

Bu köşe yazısı 30.08.2021 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

 
Yorumlarınız Facebook Sayfamızda Yayınlanmaktadır facebook.com/pamsolarenerji